Hüseyin Demir
İslâm Dîni, adâletin mutlaka yerini bulmasını, dolayısıyla hiç kimsenin zulme uğramamasını ve haksızlığa maruz kalmamasını emreder. İnsanların, makam ve mevkileri ne olursa olsun, adalet karşısında eşit olduklarını ve bunun böyle bilinip böyle tatbik edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamakta ve bunun tatbikini ilgili kişilerden talep etmektedir.
Nitekim başta saadet asrı olmak üzere İslâm’ın her yönüyle yaşandığı devirlerde ilahî adalet, gereği gibi tatbik edilince, makam ve rütbesi dolayısıyla kimse kayırılmamış, hakimlerrüşvet dolayısıyla ya da idarecilerden korktukları için haksızlık yapmamış, bunun sonucu olarak gerek fert gerekse toplum planında herkes halinden memnun bir hayat yaşamıştı. Çünkü insanlar ya Allah’tan korktuklarından ötürü başkalarına bir haksızlık yapmıyorlardı ya da hakimlerin adaletle verecekleri hükümlerden korkuyor ve bu yüzden başkalarına zarar veremiyorlardı.
Adalet; sosyal anlamda, karşılıklı hakların ve menfaatlerin korunması ve haksızlık yapılmaması halidir. İşte Onun içindir ki, özellikle müslümanlar için Sihirli bir kelimedir adalet... İslamî muhayyilenin de siyasi hayatımızın da en itibarlı kavramıdır. Kim ağzına alsa içimizde, haksızlığa karşı çıkma duygusunu canlandırıyor. Söyleyenin şahsını, emelini görmezden geliveriyoruz. Ve çoğu zaman tüm rahatsız olduklarımızı bu talebin içine boca ediyoruz. Ulaşamadığımız ideallerimizi, kendi adımıza beklentilerimizi dolduruyoruz "adalet" paketinin içine.
Toplum olarak Hangimiz modern devletin adaletsiz uygulamalarından muztarip değiliz ki? Ya da uluslararası sistemin ürettiği adaletsizlikleri saymakla bitirebilir miyiz?
Filistin'den Arakan'a, Bosna'dan Suriye ve Yemen'e baskıların, zulümlerin ve katliamların her türlüsünü gördük. Bakın, şimdilerde "insan haklarının beşiği" görülen “Batı demokrasilerinde" mültecilerin ya da Müslümanların "insan" olduğu unutuluyor. Başkan Trump'lı ABD'nin hâkim olduğu sistemde kaos artarken "güçlünün haklı olduğu" tezi daha aşikâr şekilde hüküm-ferma oluyor.
İşte bu değerlendirme ışığında, 15 Temmuz ve FETÖ davalarının yargılama süreçlerine eleştiri için yollara düşen CHP'nin yürüyüşünün adını "adalet" koyması ve CHP'nin uzun yıllardır Kemalist vesayetin savunucusu olduğu gerçeğini gizlemeye çalışması hiç şaşırtmıyor. Yirmi beşgündür yürüyen Kılıçdaroğlu'nun bu eylemle kendi parti tabanını kenetlemeye çalıştığı, parti liderliğini konsolideetmek istediği aşikar. Kanımca CHP lideri Kılıçdaroğlu’nunAnkara’dan başlattığı yürüyüşün Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla bir alakası yok. O, MİT TIR’ları dosyasının kendisine uzanması gerçeğine karşı toplumsal kalkan inşa etmek, bir tür dokunulmaz alan oluşturmak için girdi bu işe.
Yarın bir gün, Berberoğlu’na dosyayı kimin verdiğinin ortaya çıkması, CHP liderinin de bu işte parmağının olduğunun kesinleşmesi ihtimaline karşı bir eylem planı yapması, bir yol haritası çizmesi gerekiyordu. Muhtemelen, yürüyüş önerisi de “dosyanın gerçek sahipleri” tarafından yapıldı. Bunlar Türkiye’nin siyasi tarihinde görülmemiş ihaneti planlayan merkezlerdi. İç savaş, Türkiye’yi parçalama, Avrupa yakasının koparılması, darbe ile aynı anda güneyden PKK ve çokuluslu ittifak saldırılarının başlatılması, “çok büyüyen” Türkiye’nin diz çöktürülüp teslim alınması planlarını yapanlar da aynı merkezdi.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın öldürülmesi ve sokakların kan gölüne döndürülmesi dahil bir Suriyeleştirme planının servis edilişini uzmanlar hep söyleye gelmişlerdir.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü işte bu büyük hesabın bir parçası...
Ve yürüyüşün patronları ise 15 temmuzun mimarları…
Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü "20 Temmuz sivil darbesine" karşı. Yani, özünde muhalif, siyasi bir yürüyüş ve hedefi Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin ülkeyi dönüştürmesini engellemek.
Bu yürüyüşü kimler destekliyor?
Evet, bu ülkede Cumhuriyet mitinglerini (2007) ya da “Gezi”protestolarını düzenleyeler. (2013) sonrasında yaşanan istikrarsızlıkları (e-muhtıra, parti kapatma davası ya da 17-25 Aralık'tan 15 Temmuz'a uzanan türbülans) oluşturanlar. AK Parti içinde bir zamanlar sahibi olduğu konumu kaybedenler,"AK Parti'nin politikalarını yeniden biz belirleyelim" beklentisinde olanlar, Fetö, DHKPC, PYD, PKK, “iç savaşın kanlı cehenneminden geçmeden işlerin düzelmeyeceğini" söyleyen, Altan kardeşlerden, Doğan Medya’ya kadar, "Erdoğan” gitsin de devlet batarsa batsın diyen ZİHNİYETİN tamamı.
Ayrıca, mesela Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşünün Katar krizinden bağımsız olduğunu ve yürüyüşün her gün değişen çeşitli muhaliflerle sürdürüldüğünü sanmak da yanlıştır.
Çünkü, Kılıçdaroğlu'yla birlikte, Brüksel, Berlin, Washington, Abu Dabi, Kahire de yürüyor…
CHP'nin “adaletin ikamesi” ile bir alakası yok. Dün de yoktu, bugün de yok. Çünkü Cumhuriyet tarihi boyunca, bu zihniyetin “Adalet”le olan ilişkisi hep menfi yönde olmuştur:Türkiye’de 18 sene ezanların despotça Türkçe okutulması, bu dönemde kuran okuyanların yakalanıp çeşitli işkencelere maruz bırakılması, köylünün tarlasından kaldırdığı buğdaya adamına göre %70-80-90 öşür konulması. Müslümanca yaşamak isteyen kızlarımızın başörtüsü takmaları sebebiyle eğitimlerine izin verilmemesi. Türkiye’nin ilerlemesi önünde takoz olunması....
CHP’nin adaletinden benim anladığım budur. Bu zihniyetinin “adalet” kavramını istismarı, bana üstad Necip Fazıl’ın “felixculpa/ mutlu cinayet” tabirini hatırlattı. “Dışarıdan iyi görünüp, içi felaketlerle dolu” şey. Anlayacağınız “dışı seni, içi beni yakar” durumu. Allah encamımızı hayreylesin…
Selam ve dua ile…