Antalya'ya ilk geldiğim yıllardı. Apartman toplantısına ilk kez katıldım ve hala değişmeyen isteklerim şunlardı. Binanın etrafının temiz tutulması, bahçe bakımının yapılması, bahçe ışıklarının geceleri yanması. Giriş kapısının, asansörün aylık bakımı. Yağan şiddetli yağmurlarda elektrik kablosu asansör binanın temeli zarar görüyordu ve tamirinin yapılması. Yabancıların otoparka girmemesi için otopark kapısının elektronik olması, hırsızlara karşı binaya kamera sistemi kurulması.
Ödenen aidatların yapılan harcamalardan sonra girdi çıktısını yıllık faturalandırıp artan meblağın yılsonunda bina sakinlerine geri ödenmesi. Kat irtifakından kat mülkiyetine geçilerek devlete arsa vergisi değil daire vergisi ödenmesi… İsteklerim karşısında sus pus oturan yönetici hanımın kocası giymiş olduğum bordo bir elbise için ortaya atmış olduğu laf: "Kırmızı yakışıyor." … Arsa sahibinin delikanlı yakışıklı oğlunun ortaya atılan lafa verdiği cevabıysa: "Üstünden atlayın geçin." … Tabii Antalya'ya yeni gelmiştim. Aksanlı Türkçemle Türkçe bilmediğimi sanıp soktukları lafın ne anlama geldiğini anlamadığımı düşünmüşlerdi. Oysa Hollandalılar laf sokmanın laf çarpmanın alasını biliyordu. Bu laf somanın arasından sekiz yıl geçti.
Doğal olarak sekiz yıl sonra, neler olduğunu merak ediyorsunuz değil mi? Şu kadarını kulağınıza fısıldamak istiyorum. Şu an tamamlamakta olduğum Yüreğimle Kader Yolculuğu kitabım bittikten sonra okuyacaksınız. Sağlık sorunumdan sonra Antalya’ya zorunlu yolculuğumu yüreğimi paylaşıyorum. Biliyorum ki, sizlerde beni katıksız yüreğinizle takip ediyorsunuz… O toplantıdan sonra en son bir yıl önce toplantıya katıldım bu defa isteklerimi yazılı olarak bildirdim. Ben Hollanda’ya gittiğim dönemlerde yönetimi kızıyla yalnız yaşayan hemcinsime vermişler. Bir anaya bir kanına bana yapılanlardan sonra, yalnız bir kadını karşıma alarak onunla uğraşacak kadar aptal değildim. En son toplantıda: “Biz seni yok sayıyoruz” …
Diyen kadın bu toplantıda yazılı isteklerimi duyduktan sonra aldığı anlamlı ve ilginç kararı: “Zorunlu kabul ettiğim bu yöneticiliği artık bırakıyorum. İsteyen görevi devralabilir.” … Bir önceki yönetici külhanbeyi söz alarak gubardı karısı neler olacağını bildiği için susturdu. Külhanbeyin yüzüne bakıp: “Sizin beni yok saymaktan başka sözünüz yoksa benimde size bir sözüm var. Avukatım dedi ki, dikkat et açığını
arıyorlar. Dikkatini çekerim açığını arıyor demedi. Açığını arıyorlar dedi. Artık siz dikkat edin açıkta kalıp üşürseniz çok üzülürüm.” Dedim ve toplantıyı terk ettim. Yönetici olmak binanın sorunlarıyla ilgilenmektir. Sorunlarda orta yolu bulup ortak noktada birleşmektir. Birlik olup toplu halde insanların özel hayatını deşelemek değildir. Yaşanan sorunu emniyete taşıyıp emniyette ve adliyede yalan ifade vermek değil, adam gibi kadın gibi yöneticilik yapmaktır… Hani: “Çalma kapımı çalarlar kapını.” Diyorlar ya… Dini imanı vicdanı nefsi olmuş insanlardan ben korkuyorum sizde korkun ya… Apartmandaki külhanbeyi: "Beni dövdü" deyip üç günlük rapor alarak yeminli tercümanlığını yapmış olduğum emniyet mensuplarını savcıyı hakimi bir müddette olsa birlik olup yanıltmışlardı. Bizim Afyonkarahisar yöresinde bu tür adamlara ve kadınlara ne söylendiğini yazıp bu sayfayı kirletmiş olmayım. İtiraz ettiğim dosya Ankara’dan bozulup geldikten sonra avukatımla onların karşılarındaydım. Merdiven altında sokaklarda kahkahalarla kulak tırmalayan bu çamurları bir müddet mutlu olsalar da Adalet Sarayı’nda haklı hakkına kavuşmuştu! Aradan epeyce uzun bir zaman geçmiş olsa da apartmanımız adına isteklerim değişmedi ve hala aynıydı…
Demek ki, her kuşun eti yenmiyormuş…
Demek ki, her kadının üstünden atlamak o kadar basit olmuyormuş…
Nihayet sekiz yılın sonunda, davadan sonra engerekler apartmanı terk ettiler. Engerekler zehirlidir ve çamurda yaşarlar. Yaşamış olduğunuz ya da yaşadığınız sorunlar her ne olursa olsun sakın sizde pes etmeyin ki, bu türden engereklerin zehirli çamuru başkalarına bulaşmasın sıçramasın...