İki bin dokuz Ocak ayının ortasında karlı bir kış mevsimiydi. Hollanda karlar altında her yer beyaza bürünmüş sıfırın altında sekiz derece soğuktu.
İkinci operasyondan altı hafta öce çıkmıştım ve sağlık durumum ciddiyetini koruyordu. Dışarı soğuk yüreğimse korlar içinde bütün benliğim sırım sırım sızlıyordu…
Yaşadığım bu acıyı evladıma yaşatmaktan çok korkuyordum. Onu korumak kollamak gerektiğini düşünüyordum. Sonunda sağlığım, yavrumun geleceği adına uzun bir yolculuğa çıkma kararı aldım. Sırt çantam sırtımda içerisinde ihtiyacım olan her türlü malzeme vardı. Fakat gideceğim yerde neyle karşılaşacağım beni neler bekliyor bilmiyordum. Dolasıyla gideceğim yerde nerede duracağımı nerede yürüyeceğimi tahmin dahi edemiyordum. Benim için her şey muammaydı, ama kararım muhlisti…
Muhalefetimse lanet olası kanserdi!..
Ya yenecektim…
Ya da yenilecektim…
Hasta olduğum görüntümden hal ve tavırlarımdan anlaşılmıyordu. Benim için hastalığımı etrafımdaki insanlardan saklamak çok kolay olacaktı. Böylece stresten uzak kalarak kendimi korumuş olacaktım ve iyileşme şansım iyileşme sürecim çoğalacaktı. Zamansız bir yağmura yakalanmıştım. Aman demek hiç bana göre değildi…
Duyarsız kaldığım sürece duygusuz…
Kavşakları denemediğim sürece kavramsız…
Hayata kör baktığım sürece manasız…
Yaşam kavgasını bıraktığım sürece anlamsız…
Yüreğimizi çevremizde olup biteni sorguladığımız sürece insanız inancıyla bu yolculuğu tamamlamak için çaba harcayacaktım. İnsan olmanın vasıflarını taşımaya çalışarak çıktığım bu hazin yolda yorulacak olsam da yolculuğumu tamamlamam gerekiyordu!..
Elim yüreğimde...
Yüreğim, tek sevgilide…
Sevgisi ser de sınav, ser de sur…
Sırsa yüreğimin derinliklerinde evladımın haberi yoktu. Bir tanem yüreğimde nakış nakış işlenmiş pırlanta zümrüt yakuttu. Yaram çok derinlerdeydi. Belki canımın yarısını canımın parçasını son görüşüm olacaktı…
Ve bu veda başka bir veda bu ayrılık başka bir ayrılıktı. Bu yürek bu hasrete-özleme nasıl dayanacaktı…
Bu gerçek her ne kadar acı olsa da, her ne kadar acı verse de, yavrumu özgür bırakmak zorundaydım ve böyle olması gerekiyordu. Onun adına gerekli tüm tedbirleri çoktan almıştım...
Yavrumun ilerde güçlü bir adam olmasıyla, yokluğumda varlığını korumasıyla bu kararım yer ve anlam bulacaktı. Yüküm çok ağırdı. Acım büyüktü. Görevim ulvi. Bu bilinçle görevimi tamamlamak benim için kolay olacaktı. Onun varlığından başka hayatımda tortulara yer bırakmamıştım. Yokluğunu tam 25 yıllık varlığıyla toparlama zamanı zamansız yağmurla başlamıştı…
Hani: “Yolcu yolunda gerek.” Diyorlar ya…
Yüreğim yana yana bağrımdaki korla son görevimi tamamlamanın zamanıydı.
Hani: “Yuvarlanan taş yosun tutmaz.” Diyorlar ya...
Anavatanıma yurduma yuvarlanan taşa yosun tutturmanın artık zamanıydı…
Yolum çok uzun yolculuğum yolcularla doluydu. Yorganı kafama çekerek kış uykusuna yatmak mı?
Yoksa bana mantıklı olan, bana manidar olan, bana anlamı olan gerçeklerle onu arkamda bırakmak mı olacaktı?
Çare bulacağımı düşündüğüm bu yolda yorulmaya fırsat vermeden, yolumu doğru çizerek çevremde olup bitenlere duygusuz duyarsız ve vurdumduymaz olmadan alternatifler aramak mı olacaktı?
Elbet kararım bu duruma alternatifler aramak oldu. Alternatifimse sorgusuz sualsiz yıllarca hasretini-özlemini çektiğim anavatanıma gitmek oldu. Sağlık sorunumdan dolayı da olsa dünyaca ünlü Antalya Konyaaltı ilçesinde bu kararım irfanını buldu. Gurbetten anavatana hayallerle umutlarla ve yılların bağrında sakladığı hasreti-özlemi hazin öyküsü ile birlikte getirdim...
Ne yazık ki, umutlarım ummanda, umduklarım omurgalarımda sancı oldular. Sarsılan umutlarım sırt çantamda sargı aramaktaydı. Fakat bir türlü sonuca ulaşamamaktaydı…
Binamızdaki birinci ve ikinci yöneticiyle gereksizce nedensizce aptalca sorun yaşamaya başladım. Maalesef bu iki ailenin aralarında oynadıkları iyi polis kötü polis oyunu sonradan fark ettim ve sonradan anladım…
Kat irtifakından kat mülkiyetine geçme isteğim. Kanunsuz usulsüz yönetimle başlayan sorun, bilinçli planlı bir şekilde sürdürdükleri oyun, içinden çıkılmaz bir hal aldı. Çaresizlik içerisinde çareler aramaya başladım…
Başbakana, bayındırlık bakanlığına, Ankara tapu-kadastroya Antalya tapu-kadastroya ve belediyeye yazdım. Antalya tapu kadastro ve Konyaaltı belediyesiyle birebir görüştüm. Maalesef kat malikleri birlik olmadığından dolayı kat irtifakından kat mülkiyetine geçmemiz sonuçsuz kaldı…
Hani: “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Diyorlar ya…
Bu aralar eskileri çok özler oldum. Artık komşu komşunun imzasına muhtaç olmuştu...
Kat mülkiyetine geçme isteğim kat maliklerinin de yararınaydı, ama neden karşı çıktıklarını neden imza atmadıklarını bir türlü çözemiyordum?
Kat mülkiyetine geçmediğimiz müddetçe zorunlu deprem sigortası, hırsızlık sigortası, yangın sigortası ve konut sigortası yaptırmamız ortadan kalkmış oluyordu. İlginçtir sigortacı kasko yapıyordu. Fakat herhangi bir durumda “kusura bakmayın tapunuzda mülkiyet sahibi değilsiniz. Dolayısıyla ödeme yapmıyoruz” dedikleri anda sigortaya tüm ödemeler boşa gitmiş oluyordu…
Buna rağmen iyiliklerin karşısında kötülüklerin barınamayacağını, zamanla beni tanıdıklarında olumsuzlukların ortadan kalkacağını düşünerek, kat irtifakından kat mülkiyetine geçme konusunda istem dışı elim kolum bağlı, her şeyi zamana bırakmak zorunda kaldım. Bu tatsız durumun zamanla bir şekilde çözüleceğine inanarak iyi niyetimi kullanma kararı aldım!..
Böylece ön arka yan bahçe düzenlemesi, bahçe ışıklandırma, bahçe sulama, çakma yönetimin yerine apartmanla her konuda ilgilenme bana düşmüştü, ama nafileydi…
Hani: “Ev alma komşu al.” Diyorlar ya…
Yerinde bir atasözü olsa gerek, geçte olsa nihayetinde farkına varmış oldum!
Hani: “Ummadığın taş baş yaralar.” Diyorlar ya…
Bu konuda yara almadan çıkamayacağımı ta baştan tahmin etmiş, ta baştan anlamıştım…
Bu insanların nedensizce sebepsizce benle uğraşları bitip tükenmiyor devam ediyordu. Üzülerek bazı insanların değişmesinin imkansız olduğunu bir kere daha bütün olumsuzlukları yaşayarak anlamış oldum…
Öyle ki…
Ellerimle diktiğim bitkileri sökmeleri, kimyasalla bitkileri öldürmeleri, bahçe ışıklarıyla oynamaları. Çocuklar bina etrafını çamur etmesin amacıyla döşettiğim taşları kırmaları. Binanın etrafına iç çamaşırlarından tutunda içi dışkı dolu çocuk bezlerine kadar atmaları. Etrafa ellerine geçen her nesneyi atmamaları için bahçeye aldığım ufak çöp tenekesine ev çöplerini atmaları.
Balkonumun önüne kanlı bıçak atmaları, eşarp içinde civciv ölüsü koymaları, balkonumda otururken tacizleri tahrikleri kavgaya teşvikleri, kitap okutmaz ve oturamaz hale getirmeleri...
Ne zaman balkonumun ışığı yansa yukarıdan balkonumun önüne ses çıkartıcı cisimler atmaları, gece yarılarında bahçede çocukların uyku saatinde masum çocuklarla salyangoz arama bahanesiyle meraklarını gidermek adına masum yavruları kullanmaları…
Giriş kapısını acık bırakmaları ya da aşırı ses çıkartır hale getirip gecenin geç saatinde ve sabahın köründe uykumdan etmeleri, çatı kattaki çanak antenle defalarca oynamaları. Hollanda’dan oyuncaklar getirerek mutlu ettiğim masum yavruları hiç acımadan pis emelleri için kullanmaları. Toplantılarda: “Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit.” dercesine her fırsatta laf çarpıp af sokmaları.
Bunlar yetmiyormuş gibi, genel iskanı verilmiş apartmanda hiçbir değişiklik yapmadığım halde balkon demirlerimi belediye tarafından yedi gün mühlet verdirip söktürmeleri…
Ben sağlığımla uğraşıyorken, yurtiçinden ve yurtdışından ziyaretime gelen misafirlerimin akrabalarımın olur olmaz yalan yanlış dedikodularını yapıp etrafa yaymaları…
Maalesef bu insanların içindeki kötülüklerine karşılık bütün benliğimle iyi niyetimi kullandım. Fakat sorunu çözme şansına ulaşamadım. Nihayet anladım ki, bu insanların sorunu benim kat irtifakından kat mülkiyetine geçme isteğim değildi ve kötülük bu insanların ciğerine işlemişti. Çünkü binada yarattıkları sorunlardan dolayı 5 yılda 10 kiracı gitmişti ve beni de bıktırarak dairemi sattırıp gitmemi sağlamaktı...
Peki, kazançları neydi?
Hiç tanımadıkları kim olduğunu, kişiliğini karakteri bilmedikleri bir kadınla uğraşmanın asıl sebebi neydi?
En sonunda istediklerine ulaştılar. Psikolojimi alt üst eden bu insanlar kapının ardına kendimi koruma amaçlı aldığım sopayı elime aldırdılar. O sopayı elime aldığıma göre kafa göz kırsaydım üzülmeyecektim. Kavga bilmeyen bir kadın eline aldığı sopayı yüzüne gözüne bulaştırdı…
Türlü türlü oyunlarıyla amaçlarına ulaştılar ya da ulaştıklarını sandılar. Beni yeminli tercüman ve bilirkişisi olarak çalıştığım emniyetin hakimin karşısına çıkardılar. Böylece uğraştıkları kadının ciddi sağlık sorunu yaşadığını, buna rağmen boş oturmayarak hem binayla ilgilenip hem de yeminli tercümanlık yaptığını ve hakkında ki gerçekleri öğrenmiş oldular…
Bu insanların ön yargıları beni yargı karşısına çıkardı, ama asıl yargılanacak olanların kendileri olduğunu çok geç anladılar veya anlayacak kapasitede değillerdi. Bu kişilerin bitip tükenmeyen didişmelerinin hesabını, kin kem gütmeyen yüreğimin zamana saklamaktan başka çaresi kalmamıştı. Bana verdikleri zarar ve zahmet, onlara bir gün zar, vicdanları varsa yüreklerinde hiç bitmeyecek har olarak kalacaktı…
Davada sonuç; Haksız kazanç elde ettikleri daireden ceza aldılar ve bölünen dubleksleri geri eski haline getirmek zorunda kaldılar. Böylece asıl uğraşları ortaya çıktı. Bunun yanı sıra güzel bir komşuluğun ileriye dönük dostluğun zedelendi ve masum yavruların geleceğiyle oynandı…
Anamın bir sözü geldi aklıma: “Sakla samanı gelir zamanı.” …
Zaman gelecek, o çocuklar komşu teyzelerinin onlara karşı yürekten tavrını getirdiği hediyeleri öğrettiği oyunları unutmayacaklardı. Anne babalarının komşusuna yaptıkları kötülükleri hiç unutmayacaklardı. Zamanı geldiğinde zan altında bıraktıkları insanın insancıl tavrını tartar hale gelerek gerekeni yapacaklardı…
Ne acıdır ki, bu daireyi Antalya’da kalmak için değil yıllık tatilimizi yapmak için almıştım. Otellerde kalmak yerine bağımsız ufacık bir yerimiz olsun tek kendimizin olsun istemiştim…
Nereden bilebilirdim ki, bu masum isteğimin tanımadığım insanlara çok fazla geleceğini. Nereden bilebilirdim ki, sağlığımdan dolayı huzur sükun aradığım anavatanımda huzursuz edileceğimi…
Artık bir karar vermem ve verdiğim kararın arkasında durmam gerekiyordu. Tahammülün bir sınırı olması ve bu insanlara birilerinin tavrıyla dur demesi gerekiyordu. Anlamakta algılamakta sorun yaşayan bu insanlara, çiğ köfte olup çiğnenmek mi?
Yoksa farelere yem olmadan farkı fark edip fark yaratmak mı?
Negatifler olmadan pozitiflere ulaşılamayacağının bilincindeydim. Eğer pes edersem pastırma olup pahalıya mal olacağımı biliyordum. Evet, görevimin çok zor olduğunun biliyordum…
Zoru başarmanın hazzını yaşamış olan bir kadın olarak halt edenlerin haddini bildirmek bana düşüyordu. Duruşumdan kişiliğimden karakterimden ödün vermeden, ödemesi gerekenler hatalarının bedelini beni kaybederek böylece ödemiş oluyordu…
Yüce Yaradan’dan bana verilen bu ikinci yaşama şansının mutluluğunu hiç kimsenin gölgelemesine gölgeletmeye niyetim yoktu. Sahte arkadaşlıklara, sahte dostluklara ve sahte komşuluklara karnım toktu. Dolasıyla bana yabancı mantıksız manasız anlamsız olan didişmeyi adeta zevk edinmiş bu insanlardan uzak durmam gerekiyordu…
Bu olaya pozitif yönden bakarak öğrenmem gereken yapmam gereken işim çoktu. Boş oturup ah vah edip sızlanmak bana göre değildi. Bu kadar olumsuzluklara rağmen yaşatılanlara rağmen bu yürek anavatan sevgisine eğildi. Ve ben bu vatanın bir ferdiyim, burası benim anavatanım atalarımın yurdu, geçici ikamet etmiyordum. Üstelik burada kalmamın bir nedeni var, evladıma son görevimi yapmak. Onun bensiz hayata tutunmasını geleceğe güvenle bakması sağlamak. Bana ihtiyacı olduğunda maddiyata mesafeye bakmadan anında yanında olmak…
Hayatı çevresindekileri araç için kullanan insanlara bunu anlatmak deveyi hendekten aşırmak gibi bir şeydi. Anlama algılama sorunu yaşayan o insanların anlamasını beklemek hayal kırıklığı olarak kalacaktı. Yıllarca beklenti içine girersem benliğimden olacağımın bilinci içinde yaşadım. Bu bilinci korumak kişiliğimi muhafaza etmek zorundaydım ve öylede gerekiyordu. Bilinçli veya bilinçsiz bana verdikleri bu stres sağlığıma zarar veriyordu. Endişemin tedavisi ve telafisi her sabah Konyaaltı sahilinde hiç bıkmadan yüzmek oluyordu…
Akdeniz’in berrak sularında
Yunus kadar masum
Martı kadar özgür
Özveri özgüven benliğimde
Tek sevgili yüreğimde
Denizin mavi sularında acılar son buluyordu.
Bahtım kaderim ve bu insanlar
Bana ana vatanımda ikinci gurbeti yaşatıyordu.
Ön yargıyla ön safta gidenler
Ve haddini bilmeyenler halt etmişti.
Yaşadığım tüm olumsuzluklara rağmen
Yüreğim bu vatanı kimliğiyle ve bütün benliğiyle çok seviyordu!
Yüreğimle Kader Yolculuğum beş yılını doldurarak mutlu sonla noktalanıyordu!