Doğdun,/ Üç gün aç tuttuk /Üç gün meme vermedik sana/ Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,/ Töremiz böyle diye,/ Saldır şimdi memeye,/ Saldır da büyü…
Bunlar,/ Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize/ Göz koyanlardır,/Tanı bunları,/ Tanı da büyü…
Bu, namustur/ Künyemize kazınmış,/ Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş./ Sarıl bunlara/ Sarıl da büyü…
Ahmet Arif’in bu şiiri gençliğimde Edip Akbayram tarafından yapılan türkü olarak defalarca dinlediğim sözlerdi. Çoğunlukla altyapıyı, ezilen ve sömürülen halkları, doğunun yaşama zorluklarını anlatan bu şiir Gazze de öldürülen masum kadın ve çocukların fotoğraflarını gördükçe bıkıp usanmadan söylediğim türküye dönüşüyor.
Kapitalizmim son halkası emperyalizmdir
Ortadoğu ve Ortadoğu da emperyal güçler tekrar yine yeniden sahnede. .Doğrusunu isterseniz hiç o sahneden inmediler ama ara sıra ara verdiler.
İşte Suriye, Irak Lübnan Mısır,Yemen nereye el atarsanız kan gözyaşı yaşattılar yaşatıyorlar.
Tek bir amaçları var:
Sömürü düzenini devam ettirmek.
Sömürmek daha çok daha fazlaca sömürmek.
Zaten kapitalizmin ulaştığı en yüksek basamak emperyalizmdir ve kapitalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara müdahale eder ve etmeye devam ediyor.
Demokrasi adıyla bölmek
Biz 1980 faşist darbesi öncesi bu filmin fragmanını da ülkemizde görmüştük.Yaşı bize yakın olanlar o günleri hatırlar. Türkiye’nin zaman treninde gözümüzü açtığımızda 12 Eylül’ün işkence izlei vardı. Sokakta top oynarken, ülkenin aydınları öldürülüyordu bombalı saldırılarla birer birer. Okulda tahtaya çizilen haritanın doğu ucunda bir yangın sürüyordu. Kürtler, Aleviler vardı. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler de varmış meğer bir zamanlar.
Sonrasında darbe girişimleri 28 Şubat 15 Temmuz yaşananlar.
Yani böl parçala yönet.
Kaos sürüklediği ülkelere demokrasi getireceğiz söylemiyle o ülkelere girmek insanlara vahşeti yaşatmak.Dün kimyasal silah kullanıyor diye Irak’ta saldıranlar geçtiğimiz günlerde Suriye halkını parçalayanlar şimdi Hamas saldırsına misilleme adıyla kadın ve çocukları masum insanları öldürmeye devam eidyor.Yetmiyor yerlerinden yurtlarından ediyor.
Gazze de yaşamak.
Olaya geniş açıdan bakmakta yarar var.
1967’den beri suyu dahil bütün temel, insani hak ve ihtiyaçları gitgide daraltılarak çembere alınmış olan Filistinliler, İsrail Cumhurbaşkanı tarafından toptan düşman ve savaşın sorumlusu ilan ediliyor.
İsrail Savunma Bakanı koca bir halka ‘hayvanlar’ diye hitap edip Gazze’yi çoluk çocuk yıkıp yakacağını söylüyor.
Gazze Şehri 365 km2’lik bir alanda 2,3 milyon insanın “hapsedildiği”, km2 başına 5.479 kişinin düştüğü dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri.
Şimdi tüm giriş ve çıkış kapıları kapalı. Suyu, elektriği ve telekomünikasyonu dâhil temel kamu hizmetleri için İsrail’e bağımlı. Yiyecekleri, içecekleri, bebeklerinin mamaları ve ilaçları İsrail kontrolündeki kapılardan o izin verdiği kadar giriyor.
Tepelerine bombaların yağmadığı “normal” zamanlarda bile nüfusunun yüzde 81,5’i yoksulluk içinde, yüzde 63’ü gıda güvensizliği yaşayan, yüzde 46’sı işsiz, etrafları sofistike elektronik gözetim sistemleriyle donatılmış çit ve duvarlarla çevrili insanlardan söz ediyoruz. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, bebek
Ya git Ya Öl
İsrail hükümet ortağı Dini Siyonist Parti liderine göre Filistinlilerin üç seçeneği var;
Ya gidecekler / Ya boyun eğecekler / Ya ölecekler.
Ve Gazze’de yaşanan soykırım tüm dünyaya izletiliyor.
Kendini insan hakları savunuculuğuna başında gören Avrupa Ülkeleri de dahil bu yaşananlara destek oluyor.
Açıkça görülüyor ki Filistinlilere söz ve yaşam hakkı tanıyan adil bir barış, uzun süredir trenin makinistliğine soyunan ‘modern demokrat’ dünyanın umurunda değil.
Sonuç olarak yayılmacı, dinci, ırkçı, şahin siyasetin tarihin her noktasında karşıtını oluşturduğu, giderek radikalleşen ve kullanışlı hale gelen grupların terör saldırılarını artırdığı ve günün sonunda sözü en çok dinlenmesi gereken bölge halkının, barış içinde, güvenle yaşamak isteyenlerin sesinin kanla boğulduğu vahşi bir sarmalın içindeyiz.
Peki ya Hamas
Hamas’ın kuruluşu ve yükselişi bir boşluktan kaynaklandı.
El-Fetih’in önce Oslo’da İsrail ile uzlaşması ama Filistinlilerin hayatında bir değişiklik yaşanmaması, hatta koşulların daha kötüye gitmesi, İsrailli yerleşimlerin genişlemesi, Mahmut Abbas yönetimindeki Filistin Otoritesinin yurtdışından gelen yardımı kontrol eden ve İsrail ile işbirliği yapan bir kuruma dönüşmesi Hamas’ı tek direnen örgüt olarak öne çıkardı.
Ama Hamas’ın 2006 seçimlerinin ardından El-Fetih’i Gazze’den çıkarması, içte dinci ve baskıcı bir yönetim kurması, dışta İran’a ve kısmen Katar ve Türkiye’ye dayanması, İsrail’e yönelik ise yok etme söylemini devam ettirmesi ve füze göndermeyi sürdürmesi Filistin direnişinin uluslararası meşruiyetine büyük zarar verdi.
Özellikle IŞİD’in yarattığı radikal İslamcılığa yönelik tepki ve algılama,
Batı medyasının da katkısıyla Hamas’a yapıştırılarak yeniden üretildi.
Hamas Filistin hareketini bölmesi ve Sonuç alınmayan bir şiddeti sürdürmesi Uluslararası alanda Filistin hareketine yönelik sempati ve desteği azalttı.
Filistin direnişine aslında zarar verdi. Hareketin sol boyutu kalmazken, seküler kanadı zayıfladı, Hamas nedeniyle İran’ın bölgedeki vekili olarak algılanmasına neden oldu. Müslüman Kardeşler bağlantısı nedeniyle Mısır, İran bağlantısı nedeniyle de Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeleri karşısına aldı. Bir dönem Yaser Arafat’ın dünyada sahip olduğu, uluslararası sol çevrelerin yardıma koştuğu, Filistin saflarında savaştığı dönemler çoktan bitti.
Maalesef Filistin halkı Gazze’de İslamcı Hamas, Batı Şeria’da işbirlikçi Abbas yönetimi, acımasız bir İsrail devleti, ilgisini kaybetmiş bir Arap dünyası arasında, zayıf, çaresiz, korumasız kalmış durumda.
Sessizlik duvarı
Bakın Körfez’deki Zengin Araplar, Filistinlilerin toprak kaybetmesiyle ilgilenmek yerine İstanbul’da, Trabzon’da, Marsilya’da uygun fiyata arsa almaya çalışırken, Mısır’da, Tunus’ta, Libya ve Yemen’deki yoksul Araplar kendi günlük hayatlarını kurtarma derdinde.
Yazımıza iriş yaptığımız şiirde olduğu gibi bizim yaşadığı dönemlerde her daim kan ve gözyaşı hakim oldu.Aslında insan doğduğu ve yaşadığı zamanın trajedisini içinde taşır ama oradan çıkmak, bu döngüyü kırmak için mücadele eden, üstelik dışarıdan gördüğüyle değil savaşın bizzat ortasındayken başkaldıran, çektirilen bunca ıstırabın sorumlusunu doğrudan işaret eden cesur insanlar. Hep oldu. Hep olacak.
Beraber yaşamanın yollarını aramak yerine, yıllardır uluslararası hukuka karşı gelişine göz yumulan Siyonistlerin arkasına ağır silahlarıyla sıralanan ‘modern batının’ sokaklarında bugün savaş karşıtı sesler yükseliyor. Önlerinde elbette cop ve kalkanlarıyla devletlerin polisleri duruyor. Ama tarihte reddi miras diye bir şey yok, yüzleşme var.
Çemberi kırmak için sessizlik duvarını aşmak gerekiyor.