Çok iyi hatırlıyorum..
2000’li yılların başıydı..
TBMM’de bir milletvekili
arkadaşımı ziyarete
gitmiştim..
Yine yanlış hatırlamıyorsam
herhalde genel kurul vardı o
gün..
Üç dört yerde polis
kontrolünden geçip güçlükle gideceğim milletvekili
arkadaşımın özel kalemine/
danışmanına ulaştım..
Dedim ki danışmanına;
“Yahu mübarek!. Potansiyel
terörist gibi üç dört kere
polis aradı beni..
Bu meclis benim değil mi?!.
Neden beni bu kadar
tehlikeli görüyorlar?!.”
Dedi ki danışman;
“Ne zannettiniz beyefendi,
dingonun ahırı mı burası?!.
Devlet yönetiliyor burada!.
Tabi ki kontrol edecekler!.”
Ben de dedim ki,
“Peki siz niye bize sürekli
Hz. Ömer’den bahsedip,
sizin devlet başkanınız şu
ağacın altında yatan adam
mı?!.örneğini verip
durdunuz?!.
Dışarıda hayat böyle değil
deseydiniz ya..
Bizi boş hayallerle niye
kandırıyorsunuz?!.
Biz Müslümanlar iktidar
olunca Hz. Ömer gibi devlet
yönetecek zannediyorduk.
Şimdi bir milletvekili için
dört kapıdan geçiyoruz…”
****
Ve o danışmanlar büyüdü,
devlet değişik
katmanlarında yönetici
oldular..
Ortaya günümüzdeki gibi bir
garabet çıktı ki yüz yıl
utanıp ağlasak
mahcubiyetimiz gitmeyecek bir garabet!..
Hangi aileyi savunuyoruz?!.
****
Hatırlayınca naif bir
gülümsemenin beni
yakaladığı başka bir hissim
daha var;
Üniversiteli kızlara bir
başka
davranırdık..
Onlar çok özeldi!.
Çoğumuz adına ifade
ediyorum ki;
Soframızı meleklerin
koruduğu yuvaların
kadınları olacaktı onlar!..
Halbuki başörtülü kızlar bu
özel muameleden sıkılır
(çünkü onlara büyük bir
sorumluluk yüklüyordu bu
durum),
onlara herkes gibi
davranmamızı isterlerdi..
“Ben de senin gibi esniyor, geğiriyorum, herkes gibiyim yani!..”
Fakat biz yine de
yapamazdık..
Onlar da kendilerine hiçbir
özelliği olmayan,
herhangi bir kadın gibi
davranan solcu erkeklerle
sohbet ederlerdi.
Bizim nesil de bu defa
kızardı bu duruma..
Size yakışmıyor ama!...
diye de uyarı alırlardı bizim
nesilden..
****
Daha sonraki yıllarda yine
çok iyi hatırlıyorum ki;
28 Şubat dönemiydi..
Fatih Altaylı’nın,
28 Şubatçılara meydan
okuduğum ve Hürriyet
Gazetesinde bana
tam bir sayfa ayırdığı
dönemde dinlemiştim bir
arkadaşımdan..
Başörtülü bir kız öğrenci
peruk ve şapkayla girdiği
sınıfta ağlamaya başlar..
Ne olduğu sorulunca anlatır
başından geçenleri...
Kapıdan girerken
güvenlikçiler mobbing
yapmışlar,
aşağılayıp hakaret etmişler..
80 ihtilali sonrası ülkücü
arkadaşlarını ihbar ederek
kadro aldığı söylenen bir
dekanı varmış o okulun!.
Okulunu ve ismini
vermeyeceğim..
Öfkeyle görüşmek isteyen
başka bir ülkücü arkadaşım
vardı..
O arkadaşım anlattı:
“Beni Dekan kabul etti..
Tatlı tatlı, bu yasağın
gerekliliğini anlattı.
Ben de
“Şunu bilin ki bu
kızlar başını açmayacak.
Güvenlikçilere de söyleyin,
hadlerini bilsinler.”
demiş!.
Ayağa kalkmış Dekan,
“Sen de o başörtülü kızlara
söyle, başlarını açmazlarsa
ben de zor kullanırım,
görüşmemiz bitmiştir.” diye de eklemiş!..
Ve o ülkücü arkadaşı
göndermiş..
****
O kızlar büyüdü,
evlendi ve biz gördük ki
soframızın etrafında
melekler falan dolaşmıyor!.
Hatta o hanım hanımcık
görünen başörtülü kızların
içinden başörtülü yarı
çıplaklar çıktı maalesef!!..
Biz de/bizim nesil de ne
zaman ikinciyi alacağız diye
bekleyen aç ruhlarmışız!.
Yok muydu içimizde,
elbette vardı..
Hayatta tek bir defa maddi-manevi herhangi bir destek vermediği halde,
çeşitli ümitlerle ortada
bıraktıkları kardeşleri ya da
anneleriyle Allah’ın emrine uygun evlenmiş,
bütün nankörlüklere
rağmen;
her yönden kol kanat
germiş arkadaşlarımız da
var..
Dedim ya!.
Kumaşın kalitesi bu
kadarmış...
Tanımıyorduk içinde
yaşadığımız toplumu..
Ne dostumuzu,
ne düşmanımızı..
Hayırlı cumalar diliyorum..
13 KASIM 2020 CUMA